Nisan 2022 itibarıyla İMİB’in Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı devralan Rüstem Çetinkaya, Maden Ocak Teknolojileri’nin sektöre ilişkin sorularını yanıtladı. Başkanlık dönemi hedeflerinden maden ihracatı verilerine, yeni oluşturulan komitelerden, maden yatırımlarını artırmada önem taşıyan ruhsat güvenliğine kadar birçok konuda önemli açıklamalarda bulunan Çetinkaya; Türkiye’nin “marka” algısını güçlendirmek adına yapacakları çalışmalardan da söz etti.
Rüstem Bey sizleri yakından tanıyabilir miyiz?
1977’de İstanbul’da doğdum. 1998 yılında Bilecik’teki doğal taş sahasıyla birlikte, sektöre girdim. O günden bugüne ağırlıklı olarak ihracat yapan, doğal taş sektörünün birçok aşamasında bulunan bir firmanın Yönetim Kurulu Başkanıyım. Bununla beraber; maden ocağı ve fabrika faaliyetleriyle birlikte Rusya, Çin ve Hindistan’da ofisleri olan global, katma değer odaklı bir doğal taş firmasının da sahibiyim. Şu anda başkanlığını yürüttüğüm İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’ne ilk kez 2007 senesinde Yönetim Kurulu Üyesi olarak girdim. Ardından, 3 dönem boyunca başkan yardımcılığı yaptıktan sonra Yönetim Kurulu Başkanı oldum. Diğer taraftan, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin Maden Sektör Kurulu Başkanlığını yaparken, Sektörler Konseyi’nde de maden sektörünü temsil ediyorum.
Başkanlık döneminiz daha çok yeni ancak İMİB’de siz başkan olduktan sonra neler değişti ve daha neler değişecek?
Seçim döneminde “Biz başkan odaklı değil, Yönetim Kurulu’nun tamamının rol aldığı, çoğulcu bir yönetim anlayışı belirleyeceğiz” dedik ve bu anlayış ile göreve başladık. Buradaki mevcut yönetim anlayışından farklı olarak Yönetim Kurulu’nun daha çok görev aldığı, içerisine komitelerin kurulduğu bir sistemi oturtmaya çalışıyoruz. Bu sistem için, her birine Yönetim Kurulu içerisinden atanan başkanların yer aldığı farklı komiteler kurduk. Bu komiteler fuar ve heyetler, pazarlama ve iletişim, üye ilişkileri, tasarım yarışması, lojistik, iş birliği talepleri & kamu talepleri ve ilişkileri gibi farklı alanlarla ilgileniyor. Bizde görev almak için seçilmiş olma şartı yok. Sektöre katkı sağlamak isteyen birçok kişi burada bize destek oluyor ve bu sayede daha büyük şevkle çalışıyor. İlk 4 ayda bu şekilde güzel çalışmalar yaptık ve sektör de buna alışıyor. Şu ana kadar yapılandan farklı olarak, başkan odaklı bir yaklaşımla değil, Yönetim Kurulu ekibi temsil gücüyle ilerliyoruz. Yavaş yavaş görmeye başladığınız bu değişikliklerle birlikte, sektörün tüm damarlarına inen ve sürekli iletişim halinde olan bir kadro da göreceksiniz. Biz yeni yönetim olarak sürekli sahaya inmeye çalışıyoruz. Ayrıca sektörde bulunan, “Doğal taş firmaları her yeri aldı, endüstriyel mineral ve metalik cevher üretimi yapan firmalarla ilgilenmiyorsunuz” anlayışını kırmak adına da sahalara çıkacağız. İlk 4 ayımız mevcut durumu anlamak ve görev dağılımı yapmakla geçti ancak gelecek dönemde farklı bölgelerdeki sahaları gezerek, sektörü daha iyi anlamak yolunda çalışmalar yapacağız. Bütün bunların dışında sorunları filtreden geçirmeden, direkt olarak aktaracağız. Örneğin; ruhsat süreçleri ve güvenliği konularında yaşanan sorunları filtrelemeden ileteceğiz.
Sizden önceki yönetim kurulunun çok üzerinde durmadığı ancak sizin başkanlığınızda özellikle üzerinde durulan özel bir proje var mı?
Seçim dönemindeki vaatlerimizden birisi olan “Tek Durak Ofis” ile sektörün sorunlarını tek bir merkezden çözmek istiyoruz. Sorunların Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı birimler tarafından çözülmesi gerekliliğini ısrarla dile getireceğiz. Bununla beraber Ankara için bir ofis projemiz var. Üyelerin bizimle temasa geçtiği bazı konularda bürokratik engeller olduğunu gözlemledik. Burada sorun çok sayıda bakanlık olması, bazı bakanlıklarla iletişimimiz iyi olsa da bazılarıyla biraz daha zayıf kalıyor. Ankara ofisi de bu iletişim problemlerini ortadan kaldırmaya yönelik bir adım olacak. Ofisin üyelere çözüm üretebilecek bir merkez olmasını planlıyoruz. Bu iki temel amacımız dışında, Üye İlişkileri Komitesi’nin her üyeyi ziyaret etmesini kararlaştırdık. Komite; üyeleri dinleyecek, sorunları Yönetim Kurulu’na getirecek ve diğer komitelere aktaracak.
Mevcut üyelerle olan ilişkileriniz ne durumda? Yeni üye kazanma konusunda bir çalışmanız olacak mı?
Seçim döneminde, üyelerin ‘seçimden seçime’ hatırlanmaktan dolayı rahatsız olduğunu gördük. Bununla beraber İMİB’in ne olduğunu bilmeyen ama ihracat yaptığı için İMİB’e üye olanlar ve yalnızca sorun çıktığı zaman İMİB’i hatırlayanlar da var. Yani üye profiline bakıldığında; doğal taşçıların sayıca üstün olduğunu ve endüstriyel ile metalik madenlerde İMİB’den biraz uzak kalındığını gördük. Biz bu farkı kapatmaya çalışıyoruz. Sorunlarına çözüm bulamayan ve nispi aidat verip herhangi bir dönüş alamayan üyelerin, birliğe olan küslüğüne çözüm üretmeye çalışıyoruz. Bazen üyelerin çevresel faktörler konusunda negatif çalışmalar yaptıklarını görüyoruz, bu konuda da onları uyarmamız gerekiyor. Çünkü, çevre etki değerlendirme süreçleri hassasiyetleri çok fazla. Bütün bunları üyelerle entegre olarak çözeceğiz. Yeni üye kazanma konusunda ise; üye sayımız yasal mevzuat çerçevesinde şehirler ile kısıtlı, bu sebeple üye sayısını artırmaktan ziyade var olan üyeleri memnun etme konusunda çalışmalar yapıyor, üyelerin karşılıklı etki sağladıkları bir ortam yaratmaya çalışıyoruz. Aslında biz üye değil, sektöre yatırımcı çekme niyetindeyiz. Yatırımcılar, halkın ve bürokrasinin dahil olduğu ‘maden karşıtlığı’ profili sebebiyle maden sektöründen çekiniyor. Ancak biz sektöre ne kadar çok yatırımcı çekersek, üyelerimiz o kadar çok fayda görecek.
Türkiye maden ihracatı konusunda şu anda nasıl bir konumda bulunuyor?
2021 yılında 5,9 milyar dolar ihracat gerçekleştirdik. Bu yıl için ise 7 milyar dolar hedef koyduk ve buna ulaşabileceğiz gibi görünüyor. Yılın ilk 4-5 ayında %25 dolaylarında bir artış vardı ancak ilerleyen dönemde ivme düşebilir. Şu anda 7 aylık ihracat toplamına bakıldığında artış oranı %17. Buradaki temel etken, pandemi sonrasında metalik madenlerdeki birim fiyat artışlarıydı. Senenin başında hem miktarlarda hem de birim fiyatında artış vardı. Fakat yılın ikinci yarısına geldiğimizde özellikle metalik madenlerde birim fiyatlar biraz gerilemeye başladı ve miktar olarak da azalış meydana geldi. Sonuç itibarıyla pozitif bir değer yaratılmış olsa da aslında gerilemeye işaret eden bir durum söz konusu. Yani; sene sonunda hedefimiz olan 7 milyar dolar rakamını yakalayabileceğiz gibi görünüyor ama 2023 yılında tehlikeli bir durum söz konusu olabilir. Bu durumu kendi içinde ayıracak olursak; metalik madenler miktarda %17 eksi ama değişim olarak değerde % 14 artı veriyor. Endüstriyel minerallerde ise miktar olarak %21, değer olarak ise %33’lük bir artış var. Ancak, burada da bazı ürünlerde miktar olarak geriye gidiyoruz. Örneğin; feldispat gibi yüksek miktarda satış yapan, bentonit gibi ihracatı her gün artan bazı endüstriyel mineraller artışı devam ettiriyor. Bu, dünyadaki inşaat sektörüyle de doğru orantılı bir durum. Doğal taşlara gelecek olursak, bambaşka bir durum söz konusu. Çin’in kapalı olmasından dolayı dünya geneline sattığımız blok doğal taşlarda hem miktar olarak %17 hem de değerde %21’lik bir düşüş var. Ancak, işlenmiş doğal taş miktarında %11, değerinde ise %20’lik bir artış var. Tüm bu verileri toplayarak maden ihracatımızı kabaca değerlendirdiğimizde Çin ve Amerika ana pazarımız konumunda ve bu durum doğal taşa da yansıyor. Bu pazarları değerlendirdiğimizde Çin’in alımı 2019’dan beri geriye gidiyor. Yılın ilk 8 ayına-17 Ağustos itibarıyla- baktığımızda toplam blok doğal taş ihracatımızda 408 milyon dolarlık bir değer var. Geçmiş yıllarda yıllık 1.1 milyar dolarlık ihracat rakamlarına ulaşılmıştı. Blok ihracatının bu en yüksek dönemleriyle kıyaslandığında %50’den fazla gerileme olduğu görülüyor, yıllar içinde ocak sayısında artış olduğu da düşünüldüğünde haliyle birim fiyatlarda düşüş oldu. Ancak, bunun yanında Hindistan gibi bir pazar devreye girdi. Hindistan rakamlarına baktığımızda %59’luk bir artış var ancak, bu Çin’deki açığı kapatabilecek bir büyüklük değil. Blok pazarlarında farklı ülkeler de var. Örneğin; burada Almanya dikkat çekiyor ve burada da enteresan bir durum söz konusu. Çin’den yapılan nakliyeler çok fazla olunca 5’lik 8’lik taş dediğimiz grup, blok grubuna girdiği için Türkiye’deki granit üreticilerimize bir avantaj sağlanmış oldu ve Almanya’ya çok miktarda doğal taş gönderimi oldu.
Bu durumda pandemi döneminin sonlanmasından sonra olumlu bir görünüş söz konusu ama pandemi öncesi için durum pek de olumlu değil diyebilir miyiz?
Bu ifade Çin için doğru ama diğer taraftan Amerika pazarı giderek iyileşiyor. Teknik olarak resesyona girmelerine rağmen, Türkiye’den yaptıkları alımlar azalmadı. “Tsunami dalgası sonradan mı gelecek?” diye düşünüyorduk. Ancak, Amerika’daki meslektaşlarımız böyle bir eğilimin olmayacağını düşünüyor. Çin’deki durum ise; Çin, doğal taşı yerinde görerek satın alıyor ancak Çin’in sıfır Covid politikasını benimsemesinden dolayı şu anda seyahat engelleri devam ediyor. Yani Çin için bu konuda belirsizlik bulunuyor. Oradaki belirsizliğin ne zaman son bulacağını bilmiyoruz ve buna artık alıştık. Bu sebeple yeni pazarlar bulmalıyız.
İMİB, yeni pazar arayışı konusunda nasıl çalışmalar yapıyor?
Dünyadaki doğal taş pazarına baktığımızda 16 milyar dolarlık bir hacim var. Bu 16 milyar dolardan biz 2 milyar dolar pay alıyoruz. 16 milyar doların yaklaşık P-60’ı mermer grubu, diğer kısım ise granit. Yani Türkiye’nin güçlü olduğu alan yumuşak kayaçların olduğu 8-9 milyarlık mermer grubu. Tabloya bu şekilde baktığımız zaman 8-9 milyar dolardan, 2 milyar dolar pay alıyoruz. Bu, pazar bazında ilk 3’teyiz anlamına geliyor. Fakat, biraz daha işlenmiş ürünleri incelediğimizde miktar olarak birinciliğimiz var. Ancak birim fiyata döndüğümüzde İtalyanlar bizden daha katma değerli ürün satıyorlar. Yani o ürünü bizden 2 katı pahalıya satıyorlar. Dolayısıyla katma değerli ürünleri artırmamız gerekiyor. Burada asıl hedeflememiz gerekenin yeni pazarlardan ziyade katma değerli ürün artışı olduğu görülüyor. Şu anda doğal taş üreticilerinin erişemediği pazar sayısı az, ithalat hacmi küçük de olsa yeni pazarlara ulaşmayı hedefliyoruz.
Daha önce “Markalaştırma” çalışmasının önemine dikkat çekmiştiniz. İMİB sizin başkanlık döneminizde bu konu üzerinde durabildi mi?
Başkanlığımdan önceki dönemde Amerika’da Türk Doğal Taşı’nın algısıyla ilgili bir kamuoyu araştırması yaptık ve iyi sonuçlar almadık. Amerika’da 1-2 taşımız biliniyor ancak çok ağır bir İtalyan hegemonyası var. Bu noktada iki seçenek söz konusu, birincisi; bazı firmalar Amerika pazarından çıkacak ve geriye kalanlar büyüyecek. Ardından kendi markalarını büyütenler, ülke markalarını Amerika pazarına sokacak. İkincisi ise; İtalyanların yaptığı gibi toplu olarak kültür bilincini artırıp bir ülke algısı oluşturmak. Bu yalnızca doğal taş için değil, Türkiye İhracatçılar Meclisi için de geçerli. “Türkiye markası” algısının kuvvetlendirilmesi gerekiyor, aksi takdirde yalnızca birkaç bireysel marka öne çıkar. Durum şu an sanıldığı kadar kötü değil; baktığımızda sosyal medya, dijital mecralar ve showroomlarına yatırım yapan birçok doğal taş firması var. Tıpkı bu firmalar gibi diğer firmaların da çalışmalar yapması gerekiyor. Biz de İMİB olarak; ülke algısını kuvvetlendirme konusunda çalışmalar yapacağız. Bu çalışmalarda en çok dijital mecraların üstünde duracağız.
Öncelikle 2022 yılının ilk 6 ayını değerlendirip, ardından son 6 ay için öngörülerinizi paylaşabilir misiniz?
Yıla güzel bir giriş yaptık ve ilk 6 ay oldukça hızlı geçti. Ancak son 6 ayda özellikle metalik cevherler tarafındaki yavaşlama bir miktar hızımızı kesecek. Yıllık hedefimiz olan 7 milyar doların biraz altında kalma ihtimalimiz var. Yine de endüstriyel mineraller ve işlenmiş doğal taş ihracatı tüm hızıyla devam ediyor. Maden rezervleri geniş ülkeler arasındayız, dünyada bulunan 90 maden tipinin 80’e yakını ülkemizde bulunuyor. Rezerv olarak da kuvvetli bir ülkeyiz. Ancak maalesef maden sektörümüz hak ettiği hacimde değil. Dünyada rezerv anlamında bize yakın olan ülkelerin gayrisafi milli hasıladan aldığı ortalama pay % 7. Hatta %14 ile Rusya ve %20 ile Çin gibi ülkeler de var. Ancak bizim maden sektörümüzün gayrisafi milli hasıladan aldığı pay yalnızca %1,2. Bu pay ile 6 milyar dolar yapıyoruz. Türkiye’de maden sektörüne yatırımcı çekebilirsek ve %1,2’lik oranı 5 katına çıkarırsak, 30 milyar dolarlık bir ihracat rakamına ulaşırız. Ülkedeki mevcut potansiyele baktığımız zaman 30 milyar dolar, maden sektörünün gelmesi gereken minimum noktadır. Maden sektörü, yatırımlar artarsa Türkiye’nin lokomotif sektörü olabilir. Bunun için de ruhsat güvenliği gerekli çünkü ruhsat güvenliği olmadan yatırım olmaz. Biz İMİB olarak ruhsat güvenliği ve ‘maden karşıtlığı’ konularına çözüm bulmak için üzerimize düşenleri yapacağız.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının maden sektöründeki konumu nedir?
Dünyadaki ‘sıfır karbon’ hedeflerinin temelinde maden yatıyor. Sürdürülebilir kaynaklardan olan yenilenebilir enerji demek daha fazla maden demek. Uluslararası Enerji Ajansı’nın açıkladığı rapora göre, 2050 yılına geldiğimizde dünyadaki yenilenebilir enerji kaynakları da artacak. Ancak bunun için daha fazla rüzgar türbini ve daha fazla solar panele ihtiyacımız var. Bunlar için de daha fazla bakır, kobalt, lityum, silisyum ve alüminyum gibi madene ihtiyaç var. Raporda bu madenlere bugünden 6 kat daha fazla talep olacağı belirtiliyor. Yani yeşil dönüşümün yolu madenlerden geçiyor. Dolayısıyla bakıldığında yenilenebilir enerji kaynaklarının madenle olan ilişkisi direkt orantılı ve madenler olmaz ise sıfır karbon hedeflerine ulaşamazsınız. Türkiye’de “Sıfır karbon hedefinde madenleri yok edelim” gibi tuhaf bir bakış açısı var. Ancak fosil yakıtları terk edecekseniz bugün kullandığınız fosil yakıtlı araçları da terk etmeniz gerek. Bunun için de birinci derecede lityum ve lityumu destekleyici kobalt lazım. Diyelim ki bunu yaptık, bu sefer de elektrik için bakır lazım. Elektriği altınla iletmeyeceğimiz için bakıra çok fazla ihtiyaç duyacağız. Ülkemizde bakır rezervleri kötü durumda değil. Daha fazla yatırımcıyla bakır çıkartmalıyız. Yani sürdürülebilir bir enerji geçişinden bahsediyorsak, bu enerji geçişi yine madenlerle olacak. Solar panellerde kullanılan ekipmanların önemli bir kısmı maden. Dolayısıyla bu madenler olmadan enerji geçişi sağlanamaz. O yüzden madenler gelecek dönemde petrol kadar değerli olacak. Bizler madene verdiğimiz önemi artırmazsak 2050 hedefleri ötelenmek zorunda kalacak.
Eski maden alanları şu anda yeşillendirme çalışmalarıyla ormanlık alanlara dönüştürülüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ve çalışmalarda İMİB’in bir rolü olacak mı?
Rehabilitasyon, Türkiye’de örneklerini çok fazla görebildiğiniz bir alan değil. Maden sektörü de bu konuda eleştiriliyor. Türkiye madencilikte genç bir ülke, yani madencilik geçmişimiz çok fazla değil. Dolayısıyla genç oluşumun maden çalışmaları hala sürüyor, ancak ilerleyen dönemde rehabilitasyon süreçlerine geçilebilecek. Halkın bu konudaki endişelerini anlıyoruz ancak alanlar, faaliyet devam ettiği için rehabilite edilmiyor. Madencilik sektöründe bulunanlar olarak bizler de rehabilite çalışmalarına çok önem veriyoruz ve bu noktada yasa yapıcı ve çevrecilerle aynı fikirdeyiz. Ülkemizde rehabilite çalışmalarına Şile’den örnek verebiliriz. Belediye, kil rezervlerinin tamamı çıkartıldıktan sonra alana fıstık çamı ekmeye başladı. Bu sayede yeşil alan ilk halindeki gibi ormancılık dilinde çok kaliteli olmayan maki yerine daha verimli bir hale getirildi. Bizim ülkemizde çevrecilik anlayışı sadece sığ ağaç kesme düşüncesine indirgeniyor ancak çevre bir bütündür. Ortada bir flora ve fauna vardır ve madenciler bunların tamamında hassastır. Sadece bizim değil, bizlere izin veren 8 ayrı bakanlığın da hassasiyeti var. Geçmiş dönemde yaşanan bir olayı örnek vermek istiyorum burada. Bir madenci 1300 rakımda ağaç varlığı yok denecek kadar az bir alan için izin almak istedi. Ancak, ÇED raporunda bölgenin Kızıl Akbaba yuvalama alanı olduğu belirtildi. İşte kamu kurumlarımız bu kadar hassas davranıyorlar. Faaliyet başlamadan önce bile son derece hassas davranan kurumlarımız faaliyet sona erdikten sonra da rehabilitasyonla ilgili her türlü önlemi alıyor. İMİB olarak biz de bu konuda üstümüze düşeni yapacağız ve öncelikle bugüne kadar yapılmış örnekleri paylaşacağız, şu ana kadar hiç rehabilitasyon yapılmamış gibi görünüyor ancak bu doğru değil. Sonrasında ise, bazı terk edilmiş maden sahalarını ilgili yerel yönetimlerle rehabilite edeceğiz. Ancak bunu yalnızca yeşillendirme için değil farklı etkinlik alanlarına dönüştürme olarak da değerlendiriyoruz.
Yenilenebilir enerji kaynaklarında önemine dikkat çektiğiniz lityum yatırımları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Lityum Türkiye’de birincil kaynaklarda yok. Biz lityumu bor ürünleri üretirken ortaya çıkan artıklardan üretiyoruz. Bunu devlet tekelinde Eti Bor üretiyor. İlk olarak Eskişehir’deki tesislerde 10 tonluk bir deneme üretimi ardından da 600 tonluk üretim yapıldı. Kendi aracımızı, telefonumuzu, dronumuzu ve tabletimizi yaparken lityum piller bizim için önemli olacak. Bu lityum pillerin içerisinde daha önce bahsettiğim gibi farklı bileşenler, mineraller de olacak. Bizler tüm bunları kendi ikincil kaynaklarımızdan üretmeliyiz, aksi takdirde dışa bağımlı olacağız.
2023 yılında maden sektörünü ve dolaylı olarak İMİB’i neler bekliyor?
2023 yılında maden sektöründe bazı ciro rakamlarında gerilemeler bekleniyor. Maalesef öngörü yapmakta çok zorlanıyoruz çünkü gelişmeler çok hızlı oluyor. Örneğin; Ukrayna-Rusya savaşının neler getireceğini, Çin’in Covid-19 kısıtlamalarına ne zaman son vereceğini ve resesyonun Amerika’ya nasıl bir sonuç getireceğini öngöremiyoruz. Dolayısıyla çok önemli temel pazarlarımızda neler olacağını bilemiyoruz. Bu durumda ciro anlamında yaşanacak gelişmeleri hep beraber göreceğiz. İMİB olarak bakıldığında ise sektörün algısıyla ilgili çok fazla çalışma yapacağız. Bugüne kadar yapılan işlerin birçoğu kendi içimize yönelikti ve bu halkın, şehir efsanesi denilebilecek yanlış bilgilere inanmasına sebep oldu. Dolayısıyla biz ilk olarak halkı bilinçlendirmeliyiz, ardından kendi doğrularımızı anlatmalıyız. Biz bu konuda sektörün algısının ve itibarının doğru yönetilmesi anlamında mesai harcayacağız.